29 Kasım 2024’te kaleme aldığım “Sarı Zarf ve Kırmızı Defter” yazısından bu yana neredeyse bir yıl geçti. O günler, kelimelerin gölgelerde biriktirildiği, senaryoların perde arkasında yazıldığı bir dönemin başlangıcıydı. Bugün ise o perde arkasında kurgulanan planlar birer birer sahneye çıkıyor. Ancak bu sadece bir sahne değil; karanlık bir mühendisliğin ifşasıdır.

TBMM çatısı altında kurulan “Terörsüz Türkiye” komisyonu ismen umut vadetse de içeriğiyle ciddi sorular doğuruyor.

Teröre karşı mücadele gibi kutsal bir hedef etrafında toplanan bu masa, aslında kime hizmet ediyor?

Düne kadar bu sürecin karşısında duran bazı isimlerin bugün bu masada yer alması neyin göstergesi?

Değişen yalnızca oyuncular değil, oyun kurallarıdır. Gerçek oyun, vitrindeki masada değil; o vitrin arkasındaki gölgelerde kurulmaktadır.

Son günlerde kamuoyuna servis edilen bir öneri dikkat çekiyor: “Cumhurbaşkanı yardımcılarından biri Kürt, biri Alevi olsun.” Kulağa eşitlik, temsiliyet ve demokratik katılım gibi masum kavramlarla süslenmiş bu öneri, aslında çok daha derin bir mühendisliğin parçası olabilir. Çünkü burada mesele temsiliyet değil; kimlikler üzerinden ülkeyi parçalara ayırmanın zeminini oluşturmaktır. . Etnik ve mezhepsel kimlikler üzerinden tanımlar yapıldığında, millet kavramı yerini parçalanmış topluluklara bırakır. “Türkiyelilik” kavramı altında sunulan bu öneriler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kodlarını hedef almakta; ulus kavramı yerine parçalı topluluklar önermektedir. Bu da üniter yapının zedelenmesi, federatif bir sistemin önünün açılması anlamına gelir.

“Sarı Zarf” bu kez içinde sadece bir not değil, doğrudan devletin geleceğine dair mesajlar taşıyor. Henüz kimse “federasyon” kelimesini açıkça telaffuz etmese de atılan adımlar, kurulan masalar ve yapılan açıklamalar o yöne işaret ediyor.

Sormak gerek:

- Kürt kimliğiyle bir cumhurbaşkanı yardımcılığı önerisi neden şimdi gündeme getiriliyor? 

- Alevi kimliği neden siyasal bir pozisyonun ön koşulu hâline getiriliyor? 

- Bunlar samimi arayışlar mı yoksa dış güçlerin dayattığı sosyolojik mühendislik projelerinin parçası mı?

Unutturulmaya çalışılan “Büyük Orta Doğu Projesi” bugün hâlâ yürürlükte ve hatta hız kazanmış durumda. Türkiye, bu haritaların tam ortasında. Kimlikler üzerinden yapılan her ayrıştırma, tek bir millet yerine birçok “topluluk-devletin” önünü açmaktadır. Ve en çarpıcı soru burada başlıyor: O kırmızı defterin hangi sayfasında Türkiye’nin üniter yapısına dair son cümle yazıldı?

Bugün yaşananlar bir referanduma değil, referanduma gerek bile kalmadan sessiz bir bölünmeye işaret ediyor. Aşamalı, dikkatle kontrol edilen ve fark edilmeden ilerleyen bir çözülme, işte bu, en tehlikeli olandır. Çünkü fark etmeden dağılmak, karşı koyacak zamanı bile bulamadan kaybolmaktır. Yeni bir zarf daha çıktı yola. Ama bu kez halkın değil, halkı temsil edenlerin masasına ulaştı. Ve mesaj gayet açık: “Yeni sistemin parçası olun, yoksa dışarıda kalırsınız.”

Gerçek devlet aklı, etnik veya mezhepsel kimlik temsiliyeti üzerinden şekillenmez. O akıl, birliği esas alır. Bugün bu akıl ya kendini yeniden ortaya koyacak ya da zarfı taşıyanların gölgesinde silinip gidecektir.

Bu süreçte sadece siyasi aktörler değil, bürokrasi, medya ve akademi camiası da sınavdadır. Çünkü bu oyunda susmak, en az taraf olmak kadar tehlikelidir.

Bugün yazılanlar yalnızca bugünün değil, yarının da tarihini şekillendirecek. Kırmızı Defter’in son sayfasında hangi isimler yer alacak, hangi kararlar verilecek, hangi sessizlikler suç ortaklığına dönüşecek hep birlikte göreceğiz. Ama unutulmamalı; "tarihi sadece kazananlar değil, masadan kalkma cesareti gösterenler de yazar."

Bugün o cesaret, her siyasetçinin, her bürokratın, her aydının önündeki sınavdır. Çünkü mesele sadece “hangi zarf size geldi” sorusu değil; asıl soru şu: "Hangi deftere adınızı, hangi niyetle yazdırdınız?"

Türkiye, gölgelerin değil, millet iradesinin aydınlattığı bir geleceğe yürümelidir. Peki siz gerçekten halk adına mı oradasınız, yoksa halkın adını kullananlar adına mı?