“Hakikat ışığını yitirenlerin rehberliği, toplumu uçuruma sürükler; asıl tehlike fenerin sönmesi değil, sönmüş bir fenerle hâlâ yol gösterdiğini sanmaktır.”
Her dönemin kendi yükü, kendi imtihanı vardır. Dün söylenenlerin bugünü açıklamaya yetmediği gibi, bugün sustuklarımız da yarının vicdanında ağır bir yük olacaktır. Çünkü gerçekler saklanamaz; en kalın perdeler bile onları sonsuza dek gizleyemez.
Nesimi’nin dediği gibi; “Gerçekler su gibi akarda, kir tutmaz; kalbine akıt ki arınasın.” Ama biz ne yaptık? Suyu içmek yerine, bulanık kuyuların başında saf suya hasret kaldık. Oysa hakikati kalbine akıtamayan toplumlar, kirli suyla yıkanmaya mahkumdur.
Bugün meydanlarda nutuk atanların, dün söyledikleriyle bugün yaptıkları arasındaki uçurum, yalnızca siyasi bir çelişki değil; ahlaki bir iflastır. Sözün ağırlığını kaybettiği bir çağda, geriye kalan sadece sessizliktir. Ve o sessizlik, çığlıklardan daha gürültülü bir çürümenin habercisidir. Çünkü artık mesele, kimin güçlü olduğu değil; kimin doğruya sırtını döndüğüdür.
Hacı Bektaş Veli asırlar öncesinden seslenmişti; “Her ne ararsan kendinde ara.” Ama biz adaleti başkasından, dürüstlüğü komşudan, erdemi başkalarının evinden bekledik. Kendi içimizi temizlemeden, dışarıdaki karanlığa lanet ettik. Oysa toplumun çürüğü, tek tek bireylerin suskunluğunda filizlenir. Herkes kendi kapısının önünü süpürseydi, sokak bu kadar kirli olur muydu?
Bugün, makamların dağıtıldığı elleri değil; onlara rıza gösteren sessiz kalabalıkları da konuşmamız gerekiyor. Çünkü suskunluk, sadece korkudan değil; bazen menfaatin tatlı uyuşukluğundan da doğar. Ve en büyük zulüm, zulmü yapanın değil; zulüm yapılırken sessiz kalanların ortak günahıdır.
Ama unutmayalım; gerçeklerin su gibi akışı bir gün bütün kiri götürecek. Yalanla cilalanmış düzenin üzerine hakikat, en beklenmedik anda ansızın düşecek. O gün geldiğinde mesele şudur; “Kim insan kalabildi?”
Bir kıssadan hisse ile devam edelim;
Kıssadan Hisse: Kör Fener
Bir zamanlar bir köyde, geceleri yol göstermek için fener taşıyan bir adam varmış. Herkes onun yol göstericiliğine güvenirmiş.
Bir gün, fenerinin içindeki yağ bitmiş ama adam fark etmemiş. Elinde fenerle yürümeye devam etmiş, “Ben yol gösteriyorum” diye övünerek. Arkasından gelenler, onun fenerine güvenip karanlıkta çukura düşmüş.
Köylülerden biri çıkıp demiş ki;
“Asıl tehlike, fenerin sönmesi değil; sönmüş bir fenerle hâlâ yol gösterdiğini sanmaktır.”
İşte bugünün çürümüş düzeni de böyledir: Sönmüş fenerlerle yol göstermeye çalışanların, koca bir toplumu karanlığa sürüklediği bir çağdayız. Ve unutulmamalıdır ki, hakikatin ışığı er ya da geç doğar; o ışığın önünde ne yalan kalır, ne de kör fener…
Peki, siz, hangi fenerin peşinden gidiyorsunuz?
Yorumlar