“Devletin hafızası unutmaz, zaman sadece izleri siler gibi yapar.”

Bugün unuttuklarını sananlar, yarın kendi unutkanlıklarının enkazı altında kalacaklardır. Çünkü hakikati perdelemek mümkündür, ama onu yok etmek asla.

Bir milletin kaderi çoğu zaman kalem tutan ellerle yazılmaz; satırlara sığmayan görünmez eller, perde arkasında tarih defterine gizli notlar düşer. İşte asıl korkulması gereken de budur; sessiz ve görünmez bir yazıcının, milletin geleceğini gölgeye boyaması.

Ziya Paşa, asırlar öncesinden uyarmıştı:

“Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim,

Gaflet ile görmez kuyuyu.”

Bugün de aynı gaflet hüküm sürüyor. Gökyüzünde parlak yıldızlar ararken, ayaklarımızın altındaki derin kuyuyu görmezden geliyoruz. Ve ne acıdır ki, o kuyuya düşen yalnızca bireyler değil, bütün bir toplum oluyor.

Kendi ışığını kaybetmiş fenerlerin arkasına takılanların sonu hep aynı; karanlık, çukur, sessizlik. Fakat bu sessizlik, öylesine bir sessizlik değildir; vicdanların körelmesinden doğan, kulakları sağır eden bir sessizliktir.

Bugün, kürsülerden hakikatmiş gibi sunulan her kelimenin ardında, dün unutulmuş bir yalanın izi vardır. Dün söylediklerini bugün inkâr edenlerin rehberliği, sadece bir ahlak çöküşü değil; aynı zamanda devletin hafızasına kazınan kara bir lekedir. Çünkü hafıza unutmaz; zamanı geldiğinde defter açılır, kayıtlar bir bir ortaya dökülür.

Asıl mesele, kimin güçlü göründüğü değildir; asıl mesele, kimin kendi kuyusunu kazarken başkalarını da sürüklediğidir. Görünmez ellerin yazdığı kader satırlarının altında ezilen milletler, çoğu zaman kendi sessizlikleriyle suç ortağı olurlar. Çünkü zulmün sürmesi için zalime değil; zalime ses çıkarmayanlara ihtiyaç vardır.

Hakikati görmezden gelenlerin unuttuğu bir şey vardır; adalet gecikebilir, fakat er ya da geç tecelli eder. Çünkü tarih, yalanın ömrünün kısa, hakikatin ise sabırlı olduğunu defalarca göstermiştir. Bugün kalabalıkların alkışıyla ayakta duranlar, yarın sessizliğin çölünde kendi ayak sesleriyle yüzleşeceklerdir. O an geldiğinde ne makam kalır ne de unvan; geriye sadece vicdanın terazisinde tartılan çıplak bir hakikat kalır.

Bugünün asıl sorusu şudur:

Hangi fenerin peşinden gidiyoruz?

Kendi yolunu aydınlatan bir hakikat fenerinin mi, yoksa çoktan sönmüş ama hâlâ ışık saçtığını iddia eden kör bir fenerin mi?

Ve unutmayalım: Yalanın gölgesi uzun görünür, ama ışık doğduğunda en hızlı kaybolan da odur. Hakikat er ya da geç karanlığın bağrına düşecek; o gün geldiğinde mesele sadece şudur:

“Kim insan kalabildi, kim kör fenerin karanlığında kayboldu?”