Her çağ, kendi hakikatini saklamak için bir perde dokur. Bizim çağımızın perdesi ise yırtık, kirli ve rutubet kokulu. Arkasında saklanan şey ne ışık, ne umut; yalnızca çıkarın pas tutmuş yüzü.

“Her çağ, ardında iz bırakır; kimi zaman ışık, kimi zaman gölge… Bizim çağımızın iziyse ne ışığa benziyor ne de gölgeye; daha çok çürüyen bir aynaya. O aynaya bakan, yüzünü değil; yalanla cilalanmış, çıkarla lekelenmiş bir sureti görüyor. Ve ne yazık ki, bu aynanın karşısında çoğu insan kendini kaybetmiş durumda.”

Ne yazık ki, o vicdan da çürük tulum gibi delik deşik…

Artık makamlar, hak edenlere değil; sadakatle boyun bükenlere, yaltaklanmaya heves edenlere teslim ediliyor. Ve toplum, göz göre göre bu çürümeyi izliyor.

Bugün sözler bayat, nutuklar çürük. Dün verilen vaatler, bugünün yaralarını kapatmaya yetmiyor. Tıpkı sis basmış bir ormanda kökleri çürüyen ağaçlar gibi; dışarıdan dimdik görünse de içten içe çöküş çoktan başlamış durumda.

Ziya Paşa asırlar öncesinden seslenmişti; “Hak söyleyen evvel dahi menfûr idi gerçi; hainlere ammâ ki riayet yeni çıktı.”

Evet, hakikati dile getirmek her devirde bedel isterdi; fakat hainlere riayet, yalnızca bu çağın utanç nişanı oldu. Bugün doğruları haykıranlar deli ilan edilirken, hainliğe alkış tutanlar makbul kişi sayılıyor.

Ve unutulmasın; "Kör çobanın sürüsünün akıbeti uçurumdur."

Sisli yollarda yol gösterenlerin çoğu artık kör; ardına düşenlerse, uçurumun sessiz çığlığını bile duymuyor. Körlük gözlerden çok kalpleri esir aldı.

Makamlar liyakatle değil, menfaatle dolduruluyor. Haram, yalnızca işlenmiyor; kutsanıyor. Yalan, sadece söylenmiyor; alkışlarla kutsallaştırılıyor. Çürümenin en ağır kokusu ölüm değil; alışkanlık. Ve toplum, kendi sessizliğiyle mezar taşını oymakta.

Ama hakikat, sisin ardında saklansa da güneş bir gün o sisi delip geçer. Perdeler yanar, gölgeler dağılır, her şey en çıplak haliyle ortaya çıkar. Ve o gün geldiğinde mesele şu olmayacak: “Kim yönetiyordu, kim yönetilmiyordu?”

Asıl soru şudur:

“Karanlığın içinde yürürken, kim insan kalabildi?”

Yine bir "Kıssadan Hisse" ile sonlandıralım; 

“Gölgedeki Çatlak”

Bir saray ustası, ihtişamlı bir kemer inşa ediyordu. Taşlar tek tek seçiliyor, mükemmel bir uyumla diziliyordu. Fakat gölgenin düştüğü bir köşeye, küçük bir çatlak taşı gizlediler. “Nasıl olsa kimse fark etmez” dediler. Yıllar geçti, kemer dimdik ayakta kaldı. Ama bir gün, hiç beklenmedik anda gürültüyle yıkıldı.

Saray halkı şaşkınlıkla sordu:

“Bu görkemli yapıyı yıkan neydi?”

Bir bilge cevap verdi:

“Yıkan çatlak taş değil; onu gölgede saklamaya rıza gösteren gözlerdi.”

Ve unutmayın:

“Gölgede saklanan her sır, bir gün ışığın önünde hesap verir.”