İnsan çoğu zaman karanlıkla savaşmayı ışığa yürümek zanneder; oysa karanlık, yenilmesi gereken bir düşman değil, iç âlemimizin bize fısıldadığı bir öğretmendir. İçindeki sessizliği duyamayanın dış dünyanın gürültüsünden şikâyet etmesi boşunadır; çünkü insan kendi derinliğini susturduğunda hayatın sesleri de anlamını yitirir.
Her insanın içinde ne başkasının ayak basabildiği ne de dış dünyanın ulaşabildiği bir oda vardır ve hakikat o odanın tam ortasında bir kandil gibi durur. Fakat çoğu kişi o odaya girmekten çekinir; çünkü orada maskeler, bahaneler, roller yoktur. Orada yalnızca biz ve çıplak hakikatimiz vardır. Bu yüzden dışarıdaki kalabalığı yönetmek kolay görünürken, insanın kendi içindeki sessizliği yönetmesi zordur; fakat kalabalıklar içinde kaybolan insan, kendine döndüğünde kök bulur.
Bugünün insanı kendinden kaçmak için binlerce meşgale üretmiştir. Sürekli konuşur ama konuşmaları ruhuna değmez; sürekli koşar ama vardığı yer aynı noktadır. Yolun yönü dışa dönük oldukça içteki derinlik genişlemez, yalnızca gürültü çoğalır. Oysa asıl yolculuk, insanın içindeki sahipsiz toprağı işlemeye başlamasıyla başlar. O toprak uzun zamandır sürülmemiştir: kırık düşünceler, ertelenmiş duygular, bastırılmış acılar, adı konmamış arzular sessizce bir ses bekler.
İnsan o toprağa ilk dokunduğunda dikenler canını yakar; fakat sabırla sürdükçe dikenlerin altında gizli bir bahçe olduğunu fark eder. Bununla birlikte nefsin insanı fısıltıyla yöneten bir rüzgâr olduğunu anlaması gerekir. Nefs çoğu zaman büyük bir fırtına değil, ince bir esinti gibi eser ve insanı fark ettirmeden başka yollara sürükler. Kendini tanıyan, bu rüzgârı hisseder ve nereye savurduğunu bilir; kendini tanımayan ise hangi mevsimde olduğunu bile anlayamaz.
Kendi aynasını parlatmayan insan hakikati bulutlu görür. Hakikat uzak değildir; yalnızca gönlün aynası tozludur. İnsan başkalarını yargılarken aslında kendi aynasının lekelerini görür; başkalarında kusur ararken kendi karanlık köşelerini saklamaya çalışır. Ayna temizlendiğinde ise önce insan kendi yüzünü, sonra da Hak’kın yansımasını daha berrak görür. Fakat karanlığı yenmek cesaret ister; aynayı parlatmak ise daha büyük cesaret ister. Çünkü insan önce en çok sakladığı gölgesini görür. Sabır da bu yolculukta ruhun derinlerinde açan sessiz bir çiçek gibidir. Çoğu kez beklemek sanılır, hâlbuki sabır bir hâl terbiyesidir. Tohumun toprağın altında çatlayıp filizlenmesi gibi insan da sabırla içindeki karanlıkta filiz verir. Sabır kırgınlığı merhamete, öfkeyi sükûnete, kederi hikmete dönüştürür. Aceleye sığınan ruh hakikatin zarafetini ıskalar; sabırla duran ise her gecenin bir sabaha gebe olduğunu anlar.
İnsanın içindeki en büyük kudret olan gönül, bu yolculuğun hem mekânı hem de rehberidir. Dünya kalabalıklarla doludur ama gönül yalnızdır. Bu yüzden gönlü kirletmemek gerekir; gönlü kırılanın gözünden ışık eksilir, gönlü aydınlanan insanın dünyası değişir. Gönül karanlığa mahkûm olursa hayat karanlık görünür; gönül ışığa dönerse gece bile başka türlü parlar. Çünkü gönül, nefsin fısıltılarını susturup Hak’kın sesini duyabilen yegâne mekândır. Temizlenmiş bir gönül insanın hem aynası hem pusulasıdır. İnsan “ben” demeye alıştıkça içindeki kapılar kapanır; “ben biliyorum”, “ben haklıyım”, “ben merkezim” cümleleri insanın iç dünyasını daraltır. Teslimiyet ise insanın iç kapılarını açar. Teslimiyet yokluk değil; ölçüsüz bir huzurun kapısıdır. İnsan kendini bıraktığında kaybolmaz; damlanın denize kavuşması gibi Hak’kın eline düşer.
Hakikat yaşandıkça aydınlanır. İnsan ne kadar bilirse bilsin, yaşamadığı hakikati kavrayamaz; söz ancak hâle dönüştüğünde anlam kazanır. Hakikat bir süs değil, bir yolculuktur; zihinle değil kalple anlaşılır, dille değil hâl ile anlatılır. İnsan öğrendiklerini hayatına katmadıkça bilgi yük olur. Ve sonunda anlar ki aydınlık içeride başlar. Dünyayı aydınlatmak isteyen önce kendi içinde bir kıvılcım uyandırmalıdır. Bir gönül temizlendiğinde bir evrenin kapısı aralanır; insanın içindeki ışık büyüdükçe dış dünyanın karanlığı küçülür. Karanlığa sövmenin anlamı yoktur; karanlık küfre değil ışığa muhtaçtır. Bir mum yandığında karanlık kaçacak yer bulamaz.
Kıssadan Hisse – “İçindeki Kapıyı Çalan Ses”
Bir genç, yıllardır iç huzursuzluğundan şikâyet ettiği hâlde çözüm bulamayınca bir bilgeye gider:
— “Ustam,” der, “İçimde bir boşluk var. Ne yapsam dolmuyor. Bu boşluğu nasıl susturacağımı bilmiyorum.”
Bilge, önündeki kapıyı gösterir:
— “Kapıyı aç.” der.
Genç kapıyı açar ama içeride hiçbir şey yoktur.
Bilge sorar:
— “Ne gördün?”
Genç cevap verir:
— “Hiçbir şey.”
Bilge tebessüm eder:
— “İşte içindeki boşluk da böyle. Boşluk, doldurulması gereken bir oda değildir; fark edilmesi gereken bir kapıdır. Kapıyı görürsen, içindeki sese kulak verirsin. O ses seni Hak’ka götürür.”
Genç şaşkınlıkla sorar:
— “Peki o kapıyı nasıl açacağım?”
Bilge şöyle der:
— “Kendine dönerek. Gönlünü dinleyerek. Sabırla, sükûnetle, içindeki karanlıktan kaçmadan… Kapı hep orada; açılmayı bekleyen sensin.”
Ey insan… Kendinden kaçtığın her adım seni karanlığa yaklaştırır; kendine yaklaştığın her adım ise ışığa götürür.













Yorumlar